Afişini gördükten sonra modumu düzeltecek neşeli bir film gibi geldiği için izlediğim Brooklyn'i beğenmemin nedeni, aslında beklediğim gibi olmamasıydı. İngiliz ve İrlanda ortak yapımı filmin bir kısmı İrlanda'da bir kısmı New York'ta geçiyor. Kostümler, dekor ve mekanlar o kadar canlı ki afişinden yorumlayarak neşeli bir film olduğunu düşünmemin nedeni de sanırım buydu.
Romandan uyarlama filmin konusundan kısaca bahsetmem gerekirse, 50'li yıllarda durumu pek parlak olmayan İrlandalı genç bir kız olan Ellis çalışmak ve yaşamak için kız kardeşi ve annesini arkasında bırakarak Amerika'ya gidiyor. Brooklyn'de yatılı bir evde kalırken yaşadığı aile özlemi ve çektiği sıkıntıların ardından bir süre sonra kendini Tony adında bir İtalyan'a aşık olmuş buluyor. Filmde bazı detaylar çok kısa geçiştirilse de beğendiğimi söyleyebilirim. Ellis'in kıyafetleri, 50'lerin detaylı aksesuarları, eski bavullar gibi incelikler ve İrlanda ile Brooklyn arasındaki keskin farklar çok güzel aktarılmıştı. İzlemeye değer.
18 Haziran 2016 Cumartesi
9 Haziran 2016 Perşembe
Profesyonel-Oyun
Sırp yazar Dusan Kovacevic imzalı 1990 senesinde yazılmış Profesyonel oyununu izleyeli epey uzun zaman oldu, ara sıra aklıma geliyor ve yazmam gerektiğini düşünüyorum.
Bu zamana dek birçok oyun izledim, bazılarında duygulandım ama hayatımda ilk kez bir tiyatro oyununda ağladım. Sesleri, duruşu, konuşmaları, oyunculukları harika olan iki adam Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler, hayatımda izlediğim en gerçekçi oyunun içine aldılar beni. Oyun bir kara mizah örneği, birçok yerde katıla katıla gülerken saniyesinde gözleriniz alev almışçasına yanabiliyor.
Ana karakter Thea, kendi geçmişini, hayat hikayesini uzun yıllar kendisini izleyen bir üçüncü kişinin ağzından dinliyor. O hayatı yaşayanla, hayatın yansıdıklarından nasibini alanların algıladığı gerçeklik birbirinden öylesine farklı ki, bir anda bu iki karakteri birbirlerine sığınırken, anıların içinde kaybolmuş halde buluyoruz. Birbirlerine sarılmaları, ağlamaları, içkiler içmeleri, bavuldan çıkanlar, Thea'nın annesinin mektubunu okurkenki hüznü, Bülent Emin Yarar'ın olağanüstü mimikleri, Thea'nın daktilosu... Oyun özel hayattan bir parça gibi gözükse de aslında siyasal irdelemeler barındırıyor. Yugoslavya'da siyasal düzenin değişimi öncesi ve sonrası farkları sistem eleştirisi şeklinde ortaya koyuyor.
Oyunla ilgili beni en çok etkileyen şey de Yetkin Dikinciler'in (Thea) sahneye adım attığı andan itibaren seyirci ile kurduğu bağ ve insanı birdenbire oyunun içine alması. 1 saat 45 dakika boyunca gözümü bile kırpmadan izledim ikisini de. Bülent Emin Yarar'ın gözyaşlarını gördüğüme yemin edebilirim! Hele bir de dans sahneleri vardı ki oyunun müziklerine değinmeden geçemeyeceğim. Başından sonuna dek çaldığında hayranlıkla dinlemediğim tek bir müzik olmadı. Dans sahnesinde çalan müziği bulabilmek için biraz uğraştım ve nihayet buldum:
https://www.youtube.com/watch?v=1CkGRuwkL4M
Ben bu oyunla ilgili söyleyecek çok fazla şey bulamıyorum, o akşamı düşündükçe heyecanlanıyorum. Önümüzdeki sezon yeniden sahnelenecekse, bilet peşine koşmanın heyecanını tekrar yaşamak istiyorum. Bilet demişken, bu oyuna bilet bulmak biraz sıkıntılı. Ekşi'de bir arkadaş Galatasaray Real Madrid maçına daha kolay bilet bulduğunu söyleyerek sıkıntının boyutunu aktarmış. O nedenle sabah 10'da sıraya girip gişeden almanızı tavsiye ederim. Belki siz de birini pembe karanfil demeti ve iki biletle uyandırıp sevindirirsiniz.
Dipnot: Oyunun 2002 senesinde filmi de çekilmiş.
Dipdipnot: Bu oyun 2010 senesinde Bülent Emin Yarar'a Afife Tiyatro Ödülleri, Yetkin Dikinciler'e ise 8. Tiyatro Ödüllerinden 'Yılın Erkek Oyuncusu' ödüllerini kazandırmış.
Bu zamana dek birçok oyun izledim, bazılarında duygulandım ama hayatımda ilk kez bir tiyatro oyununda ağladım. Sesleri, duruşu, konuşmaları, oyunculukları harika olan iki adam Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler, hayatımda izlediğim en gerçekçi oyunun içine aldılar beni. Oyun bir kara mizah örneği, birçok yerde katıla katıla gülerken saniyesinde gözleriniz alev almışçasına yanabiliyor.
Ana karakter Thea, kendi geçmişini, hayat hikayesini uzun yıllar kendisini izleyen bir üçüncü kişinin ağzından dinliyor. O hayatı yaşayanla, hayatın yansıdıklarından nasibini alanların algıladığı gerçeklik birbirinden öylesine farklı ki, bir anda bu iki karakteri birbirlerine sığınırken, anıların içinde kaybolmuş halde buluyoruz. Birbirlerine sarılmaları, ağlamaları, içkiler içmeleri, bavuldan çıkanlar, Thea'nın annesinin mektubunu okurkenki hüznü, Bülent Emin Yarar'ın olağanüstü mimikleri, Thea'nın daktilosu... Oyun özel hayattan bir parça gibi gözükse de aslında siyasal irdelemeler barındırıyor. Yugoslavya'da siyasal düzenin değişimi öncesi ve sonrası farkları sistem eleştirisi şeklinde ortaya koyuyor.
Oyunla ilgili beni en çok etkileyen şey de Yetkin Dikinciler'in (Thea) sahneye adım attığı andan itibaren seyirci ile kurduğu bağ ve insanı birdenbire oyunun içine alması. 1 saat 45 dakika boyunca gözümü bile kırpmadan izledim ikisini de. Bülent Emin Yarar'ın gözyaşlarını gördüğüme yemin edebilirim! Hele bir de dans sahneleri vardı ki oyunun müziklerine değinmeden geçemeyeceğim. Başından sonuna dek çaldığında hayranlıkla dinlemediğim tek bir müzik olmadı. Dans sahnesinde çalan müziği bulabilmek için biraz uğraştım ve nihayet buldum:
https://www.youtube.com/watch?v=1CkGRuwkL4M
Ben bu oyunla ilgili söyleyecek çok fazla şey bulamıyorum, o akşamı düşündükçe heyecanlanıyorum. Önümüzdeki sezon yeniden sahnelenecekse, bilet peşine koşmanın heyecanını tekrar yaşamak istiyorum. Bilet demişken, bu oyuna bilet bulmak biraz sıkıntılı. Ekşi'de bir arkadaş Galatasaray Real Madrid maçına daha kolay bilet bulduğunu söyleyerek sıkıntının boyutunu aktarmış. O nedenle sabah 10'da sıraya girip gişeden almanızı tavsiye ederim. Belki siz de birini pembe karanfil demeti ve iki biletle uyandırıp sevindirirsiniz.
Dipnot: Oyunun 2002 senesinde filmi de çekilmiş.
Dipdipnot: Bu oyun 2010 senesinde Bülent Emin Yarar'a Afife Tiyatro Ödülleri, Yetkin Dikinciler'e ise 8. Tiyatro Ödüllerinden 'Yılın Erkek Oyuncusu' ödüllerini kazandırmış.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)