Galata’ya deryadan yokuş ile bir saatte çıkılır.’
Derin bir nefes alıyorum ve yürümeye başlıyorum Karaköy’den Galata’ya. Derin bir nefes alıyorum zira yokuşlar yoruyor malum. Bankalar Caddesine doğru giderken ara bir sokakta (Karaköy tünelin arkasında) çok sevdiğim ve içtiğim en güzel kahveye ev sahipliği yapan Mahalo Cafe’nin önünden geçiyorum.
Bankalar Caddesine ulaşıyorum ve biraz yürüdüğümde adı iddaalara konu olan merdivenler karşıma çıkıyor. Kamondo merdivenlerinden söz ediyorum elbette. Bu merdivenleri kısaca geçmeyeceğim ve biraz hikayesinden bahsedeceğim. 1850li yılların önemli banker ailelerinden Kamondo ailesinin dedesi Abram tarafından Avusturya Lisesi’nde okuyan torunları yokuşu kolay çıksınlar diye yaptırılmış bu merdiven. Merdivenlerin şekli epey garip, bunun nedeni hakkında merdivenden düşen birisinin aşağı kadar yuvarlanarak inmemesi amacı olduğu dedikoduları olsa da amaç bu değil imiş. Bu zik zaklı yapı tamamen Barok mimarisinin etkisiymiş.
Kamondo merdivenleri hakkında kısaca bir şeyler aktardıktan sonra devam ediyorum yoluma. Merdivenleri çıktığımda bir yokuş karşılıyor beni. Eski tip takılar satan bir dükkanın önünden geçerek, her seferinde tüylerimi ürperten, korku filmlerinden fırlamış bir esintiye sahip Göz Hastanesinin önünde buluyorum kendimi. Böyle tarif ettiğime bakmayın, ürkütücü ama aynı zamanda önündeki ağaç dalları ile gerçekten çok estetik buluyorum burayı.
Birazcık daha yürüyorum ki Galata’nın o şirin, ufak ve sıcak kahve dükkanlarından birisi karşılıyor beni köşede. Evet, ‘Cherrybean Coffees’. Buraya yalnızca iki kez geldim. Camın önündeki masalara oturup, kahveni yudumlarken ucu Galata Kulesi’ne çıkan sokaktan geçip gidenleri izlemek çok zevkli.
Biraz daha yürüdüğmde ise tüm heybeti ile binaların arasından gülümsüyor Galata. Öyle heybetli ki gölgesi sokak aralarına vuruyor, her gün ama her gün işine gücüne giderken önünden yöresinden geçen insanlar bile başını kaldırıp birkaç saniye bakmamaya utanıyorlar. Sokaklara girip çıktıkça Galata’yı en güzel hangi açılardan çekerim sorusu yanıt buluyor.
Benim Galata’ya dair çektiğim en güzel fotoğraflardan birisidir bu. Ara sokaklarda yürürken başınızı kaldırıp gördüğünüz şeyin eski binalar arasından başını uzatmış bir güzellik olması harika. Galata’dan bazen İstiklal caddesine çıkıyorum, bazen ise ara sokaklara girerek kayboluyorum. Kaybolmalarımın sonu her zaman Çukurcuma’ya çıkıyor ki bundan hiç de şikayetçi değilim. Cihangir her zaman bana yaşanası bir yer gelmiştir. Kaosun, karmaşanın içinde belki, belki de Moda’da Kuzguncuk’ta bulduğumuz dinginlik burada yerini koşturmacaya bırakıyor. Ama ilginç bir cazibesi var gözümde. Belki de şunların güzelliğidir beni çeken. Hem karanlık, hem ihtişamlı.
Küçük bir öneri yapayım parantez arasında. 7gr isimli bir cafe var. Pek fazla cafede bulunmayan ithal kahvelere sahip. (henüz denemedim yalnızca filtre kahve ile yetindim) Küçücük sakin bir mekan. Hayriye caddesinin bir köşesinde kalıyor. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Ayrıca o cadde üzerinde böyle bir güzellik mevcut.
Mimariye özel bir ilginiz yoksa bu fotoğraflar size belki de çok sıradan gelecektir. Ama her bir pencerenin altında bambaşka hayatlar olduğunu, o binanın önündeki ağacın kimbilir yıllarca nelere tanık olduğunu düşündükçe insanın ilgisi canlanıyor.
Cihangir sokaklarında dolaşmam uzun sürüyor. Hele ki Çukurcuma’ya kadar inmişsem… Çukurcuma’nın benim için önemi Masumiyet Müzesi’nin orada olması. Müze Orhan Pamuk’un aynı ismi taşıyan romanının bir yansıması. Bir başka yazımda daha detaylıca bahsedeceğim fakat şimdilik, kitabı okumamışsanız bile mutlaka görülmeye değer derecede duygu yüklü bir müze olduğunu söyleyebilirim. Müzeden ilginizi çekebilecek bir fotoğraf:
Çukurcuma’dan İstiklal’e çıkarken Tomtom Mahallesi’ndeki bu güzel sokağı da görün derim. Bu resmin asılı olduğu binadan çıkan bir amcaya bu resmin olayını sormuştu bir arkadaşım. Amca da ona bu resmin onu terk eden eski sevgilisine ait olduğunu söylemişti. Ne kadar doğru bilemem ama buna inandığı için epey dalga geçmiştim onunla. İşin aslını bilen varsa lütfen bir açıklığa kavuştursun.
Benim İstanbul hayatımın spor salonu sayılan bu semt böyle güzel bir yer işte. Sokaklarının sonunun Galata’ya çıkması, her sokağında ayrı bir renk olması, eski ve karizmatik binaları ile gotik bir hava taşıyor. Son olarak Galata Kulesi ile ilgili eklemek istediğim bir not var.
‘Ümit Yaşar Oğuzcan’ın 24 kez intihara teşebbüs ettiği söylenir.Rivayete göre oğlu Vedat, Galata Kulesi’nden atlayarak intihar ettiğinde geriye bıraktığı notta şunlar yazılıdır: ‘Baba intihar öyle edilmez böyle edilir.’’ Bu kısa hikayenin üzerine Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Galata Kulesi şiirini okumanızı öneririm. Tabi akciğerleriniz kaldıracaksa.