27 Şubat 2016 Cumartesi

Cihangir'i Neden Seviyorum?

Galata’ya deryadan yokuş ile bir saatte çıkılır.’
Derin bir nefes alıyorum ve yürümeye başlıyorum Karaköy’den Galata’ya. Derin bir nefes alıyorum zira yokuşlar yoruyor malum. Bankalar Caddesine doğru giderken ara bir sokakta (Karaköy tünelin arkasında) çok sevdiğim ve içtiğim en güzel kahveye ev sahipliği yapan Mahalo Cafe’nin önünden geçiyorum. 

image

Bankalar Caddesine ulaşıyorum ve biraz yürüdüğümde adı iddaalara konu olan merdivenler karşıma çıkıyor. Kamondo merdivenlerinden söz ediyorum elbette. Bu merdivenleri kısaca geçmeyeceğim ve biraz hikayesinden bahsedeceğim. 1850li yılların önemli banker ailelerinden Kamondo ailesinin dedesi Abram tarafından Avusturya Lisesi’nde okuyan torunları yokuşu kolay çıksınlar diye yaptırılmış bu merdiven. Merdivenlerin şekli epey garip, bunun nedeni hakkında merdivenden düşen birisinin aşağı kadar yuvarlanarak inmemesi amacı olduğu dedikoduları olsa da amaç bu değil imiş. Bu zik zaklı yapı tamamen Barok mimarisinin etkisiymiş. 

image

Kamondo merdivenleri hakkında kısaca bir şeyler aktardıktan sonra devam ediyorum yoluma. Merdivenleri çıktığımda bir yokuş karşılıyor beni. Eski tip takılar satan bir dükkanın önünden geçerek, her seferinde tüylerimi ürperten, korku filmlerinden fırlamış bir esintiye sahip Göz Hastanesinin önünde buluyorum kendimi.  Böyle tarif ettiğime bakmayın, ürkütücü ama aynı zamanda önündeki ağaç dalları ile gerçekten çok estetik buluyorum  burayı.

image

Birazcık daha yürüyorum ki Galata’nın o şirin, ufak ve sıcak kahve dükkanlarından birisi karşılıyor beni köşede. Evet, ‘Cherrybean Coffees’. Buraya yalnızca iki kez geldim. Camın önündeki masalara oturup, kahveni yudumlarken ucu Galata Kulesi’ne çıkan sokaktan geçip gidenleri izlemek çok zevkli.

image

Biraz daha yürüdüğmde ise tüm heybeti ile binaların arasından gülümsüyor Galata. Öyle heybetli ki gölgesi sokak aralarına vuruyor, her gün ama her gün işine gücüne giderken önünden yöresinden geçen insanlar bile başını kaldırıp birkaç saniye bakmamaya utanıyorlar. Sokaklara girip çıktıkça Galata’yı en güzel hangi açılardan çekerim sorusu yanıt buluyor.

image

Benim Galata’ya dair çektiğim en güzel fotoğraflardan birisidir bu. Ara sokaklarda yürürken başınızı kaldırıp gördüğünüz şeyin eski binalar arasından başını uzatmış bir güzellik olması harika. Galata’dan bazen İstiklal caddesine çıkıyorum, bazen ise ara sokaklara girerek kayboluyorum. Kaybolmalarımın sonu her zaman Çukurcuma’ya çıkıyor ki bundan hiç de şikayetçi değilim. Cihangir her zaman bana yaşanası bir yer gelmiştir. Kaosun, karmaşanın içinde belki, belki de Moda’da Kuzguncuk’ta bulduğumuz dinginlik burada yerini koşturmacaya bırakıyor. Ama ilginç bir cazibesi var gözümde. Belki de şunların güzelliğidir beni çeken. Hem karanlık, hem ihtişamlı.

image

Küçük bir öneri yapayım parantez arasında. 7gr isimli bir cafe var. Pek fazla cafede bulunmayan ithal kahvelere sahip. (henüz denemedim yalnızca filtre kahve ile yetindim) Küçücük sakin bir mekan. Hayriye caddesinin bir köşesinde kalıyor. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Ayrıca o cadde üzerinde böyle bir güzellik mevcut. 

image

Mimariye özel bir ilginiz yoksa bu fotoğraflar size belki de çok sıradan gelecektir. Ama her bir pencerenin altında bambaşka hayatlar olduğunu, o binanın önündeki ağacın kimbilir yıllarca nelere tanık olduğunu düşündükçe insanın ilgisi canlanıyor.
Cihangir sokaklarında dolaşmam uzun sürüyor. Hele ki Çukurcuma’ya kadar inmişsem… Çukurcuma’nın benim için önemi Masumiyet Müzesi’nin orada olması. Müze Orhan Pamuk’un aynı ismi taşıyan romanının bir yansıması. Bir başka yazımda daha detaylıca bahsedeceğim fakat şimdilik, kitabı okumamışsanız bile mutlaka görülmeye değer derecede duygu yüklü bir müze olduğunu söyleyebilirim. Müzeden ilginizi çekebilecek bir fotoğraf:

image

Çukurcuma’dan İstiklal’e çıkarken Tomtom Mahallesi’ndeki bu güzel sokağı da görün derim. Bu resmin asılı olduğu binadan çıkan bir amcaya bu resmin olayını sormuştu bir arkadaşım. Amca da ona bu resmin onu terk eden eski sevgilisine ait olduğunu söylemişti. Ne kadar doğru bilemem ama buna inandığı için epey dalga geçmiştim onunla. İşin aslını bilen varsa lütfen bir açıklığa kavuştursun.

image

Benim İstanbul hayatımın spor salonu sayılan bu semt böyle güzel bir yer işte. Sokaklarının sonunun Galata’ya çıkması, her sokağında ayrı bir renk olması, eski ve karizmatik binaları ile gotik bir hava taşıyor. Son olarak Galata Kulesi ile ilgili eklemek istediğim bir not var.

image

‘Ümit Yaşar Oğuzcan’ın 24 kez intihara teşebbüs ettiği söylenir.Rivayete göre oğlu Vedat, Galata Kulesi’nden atlayarak intihar ettiğinde geriye bıraktığı notta şunlar yazılıdır: ‘Baba intihar öyle edilmez böyle edilir.’’ Bu kısa hikayenin üzerine Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Galata Kulesi şiirini okumanızı öneririm. Tabi akciğerleriniz kaldıracaksa.

Kadıköy ve Fahriye Cafe

Kadıköy İstanbul’da vakit geçirmekten en çok hoşlandığım semtlerden birisi. Avrupa yakasında yaşadığım için mi bilmem Kadıköy’de özellikle Moda’da yaşamak bana hep cazip geliyor. Vapurdan inip Bahariye caddesine ulaşana dek mevcut kaos, Modaya yürürken o sakin sokaklarda özellikle de Moda caddesinde kendini unutturuyor. Bazen Bahariye’deki ve ara sokaklarındaki küçük Vintage dükkanlara gire çıka, bazen de Moda tramvay yolunu takip ede ede ulaşıyorum o sakin caddeye. Hava güzelse Ali Usta’nın mükemmel dondurmasından yiyorum, tatlı aşeriyorsam hemen Kemal Usta’nın wafflelarında soluk alıyorum.


Sadece Moda çay bahçesinde oturup çay içmek sonrasında sahilde şöyle bi yürüyüp dönmek bile yetebiliyor tadını almak için. Hava soğuksa, buna rağmen Kadıköy’de olmak istiyorsanız sıcacık kahveleri, çayları, tatlıları ile sizi bekleyen aralara saklanmış öyle güzel cafeleri var ki…Bunlardan birisi de Fahriye. 
Fahriye Moda’ya yürürken Leylek adında ara bir sokakta. Bu yüzden dikkatinizi çekmeyebilir başlangıçta ama içerisi büyük bir zevkle eski tarzda döşenmiş. Alt katındaki renkli ve aydınlık ortam akşam olunca yerini sıcak bir loşluğa bırakıyor. Can alıcı noktası aslında üst katı. Ufacık bir yer ancak bu kadar güzelleşebilirdi. 


Biz akşam gittiğimiz için epey loştu ama gündüz gözüyle de birçok fotoğrafını gördüm. Bana kalırsa gündüz gitmenizi tavsiye ederim. Üst taraftan alt kata bakınca da şöyle görünüyor: (Avizelere bayıldım. Özellikle kırmızı olana.)


Fahriye Cafe adını Müjde Ar’ın meşhur filmi Fahriye Abla’dan alıyor olsa gerek. Çünkü duvarda asılı Fahriye Abla filmi afişi dikkatimi çekti.  Aynı zamanda Ahmet Muhip Dıranas’ın bir şiiri Fahriye Abla. Zaten sonradan okuduğuma göre film şiirin uyarlaması imiş.
Fahriye’ ben çikolatalı ıslak kek yemiştim ve ‘Ben ev yapımıyım!’ diye bağırıyordu. Tavsiye ederim.


Kitapların, dergilerin dekorasyon olarak kullanılması benim en büyük zaaflarımdan birisi. Bu nedenle kitaplarla düzenlenmiş bir mekan gördüğümde o kitapları dergileri karıştırmadan edemiyorum. 
Fahriye Kadıköy’ün güzel, gidilesi cafelerinden birisi. Özellikle de soğuk havalarda.

26 Şubat 2016 Cuma

Kuzguncuk

Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi, bir mekanda saatlerce oturmayı, fotoğraf çekmeyi, gittiğim bir yer hakkında bi şeyler okumayı seviyorum. Bunları yapmak benim için artık öyle doğal hale geldi ki sanırım bu anılarımı yalnızca fotoğraflayarak kaydetmek onlara çok büyük haksızlık oluyor. Bundan sonra benim için anlam ifade eden, gittiğim ve bir kahvesini içtiğim cafeleri, duvarındaki resimlere baktığım sergi salonunu, sokaklarında yürüyüp adım başı fotoğraf çektiğim semtleri, bahçesinde oturup kitap okuduğum yerleri öyle boynu bükük bırakmayacağım. Düzenli olarak sık sık buraya kaydedeceğim. 
Bunlara benim için çok çok özel bir semtle başlamam en doğrusu olacak sanırım. KUZGUNCUK. Kuzguncuk’a gittiğinizde kendinizi bir dizinin setinde gibi hissedebilirsiniz. Zira sokakları öylesine sakin, öylesine renkli evlerle dolu ki camının önüne bir saksı çiçeği koymayacak olanlar bu semtte yaşayamaz diye bir kural var sanıyorsunuz. 
İcadiye caddesinde öylesine yürürken bile böyle şirin yerler dikkatinizi çekebiliyor. Aynı zamanda aranızda izleyenler varsa eğer, 2002-2005 arası yayınlanan Ekmek Teknesi dizisi de burada çekiliyormuş. 
En çok ilgimi çeken şeylerden birisi gerçekten camının önüne çiçek koymayan olmamasıydı. Biraz da bahar ayında gitmiş olmanın verdiği sıcaklıkla dolaştım Kuzguncuk’u. Evlerin her birisi zevkle tasarlanmış gibi, insan kendini bir hayal aleminin içinde hissediyor. Kuzguncuk’ta en sık sorduğumuz soru ‘burada kim yaşıyor acaba?’ olabilir.
Evlerin renkleri, camların önündeki renkli saksı çiçekleri gibi kapılar da dikkat çekici bu küçük semtte. Kuzguncuk’un en çok hoşuma giden taraflarından birisi de kesinlikle sakinliği idi. İstanbul’da değilmişim gibi bir dinginlik var sokaklarında. Kuzguncuk’a her gidişimizde kendimizi İstanbul’dan soyutlanmış, o kaosa, metropol hayata ara vermiş gibi hissediyoruz. Hatta aramızda sık sık ‘Anadolu yakasının dinginliği’ üzerine tartışıyoruz. Aynı şehir, iki farklı kıta ve iki farklı hayat. 
Kuzguncuk’ta gezip de bu evin fotoğrafını çekmeyen sanırım yoktur. Pastel rengi, camlarındaki çiçeklerin uyumu, yeşil pencereleri ve üzerindeki ‘Simitçi Tahir Sokağı’ yazısı ile Kuzguncuk’taki en orijinal evlerden olsa da ben favorilerimi de ekleyeyim.
Kuzguncuk aslında çok küçük bir yer. Uzun saatlerinizi ayırmadan, kendinizi çok yormadan, bir akşam yürüyüşü yapar gibi dolaşıp bir sürü güzelliği bir arada görebileceğiniz bir yer. Bu ilginç mimarisi olan şirin semti gidin, görün, fotoğraflayın. 
Benim için çok çok özel olan Kuzguncuk Balıkçısı’ndan da sonraki yazımda bahsedeceğim. 
:)