22 Mart 2016 Salı

TARİHİ YARIMADA TURU

Tarihi yarımada İstanbul’un belki de en önemli merkezlerinden birisi. İstanbul ilk kurulduğunda, Tarihi Yarımada etrafında büyümüş ve gelişmiş. İlk kurulduğu diyorum, ne kadar eski olduğunu siz düşünün. Burada ilk yerleşim yeri Yunanlar tarafından MÖ 685′te kurulmuş. 
Tarihi yarımada dediğimiz yer aslında tamamen Fatih ilçesinden oluşuyor. Ben bu tarihi yarımada turuna çok sevdiğim okulum ile başlamak istiyorum. Evet, İstanbul Üniversitesi tam olarak Beyazıt’ın göbeğinde, o kapısının müthiş ihtişamı ile bizi karşılıyor. Lale mevsimi geldiğinde ve okuldaki ağaçlar renklendiğinde bahçe daha cıvıl cıvıl oluyor. Çimlerde oturanlar, kitap okuyanlar, voleybol oynayanlar. Benim gözümde okulumun en güzel hallerinden birisi havaların güzel olduğu günler. Bunda fakülte ile güzel havalarda tanışmamın etkisi olduğunu düşünüyorum. Kapının bahçeden görünümü ise bu şekilde;
image
İstanbul Üniversitesi aynı zamanda Türkiye’nin ilk üniversitesi. Önceden Gözyaşı Sarayı olarak anılan, gözden düşenlerin gönderildiği saray ise tam olarak rektörlük binasının bulunduğu noktadaymış. Bu gereksiz bilgiyi de eklediken sonra okulun bahçesinde benim en çok sevdiğim iki güzellikle tanıştıracağım sizi. İlki tabi ki de gözlem evi olarak kurulmuş Beyazıt Kulesi. Eskiden ışıkları ile hava durumunun habercisiymiş. Her gün önünden bi şekilde geçiyorum ve her defasında hiç çıkamamış olmasının hüznünü yaşıyorum içimde. Umarım mezun olmadan bir gün çıkarım tepesine. Zira manzarasının Galata Kulesi’nden iyi olduğunu söyleyenler var. Ben bunun kesinlikle Galata’yı görmesinden dolayı olduğunu düşünüyorum. Galata’nın tepesindeyken İstanbul’u en güzelini yani kendisini görememek haksızlık. 
image
Okul bahçesinde  en beğendiğim ikinci şey ise Profesörler Evi. İçine bir kez bile girmedim ama dışarıdan kesinlikle çok gizemli görünüyor. Hele  ki mevsimlerden sonbahar ise ve sarı yapraklar düşmüşse.
image
Okulun Süleymaniye Camisi’ne açılan bir kapısı var. Oradan Süleymaniye’ye geçip aşağı doğru yürüyerek Kapalıçarşı’ya geçebilirsiniz. Süleymaniye hakkında Mimar Sinan’ın en güzel yapılarından biri olduğu ve yüzlerce deprem geçirmesine rağmen tek bir çatlak bile bulundurmadığını söylemem yeterli olacaktır diye düşünüyorum.  Ayrıca Süleymaniye’nin bahçesine çıktığınızda harika bir İstanbul manzarası sizi karşılıyor. Süleymaniye’de çektiğim ve sevdiğim bir fotoğrafı ekleyeyim.
image
Oradan yürüyerek Kapalıçarşı’ya çıkabilirsiniz. Kapalıçarşı ile ilgili belki de daha önce duymadığınız bir bilgiye burada yer versem iyi olacak. Kapalıçarşı dünyanın en büyük ve en eski çarşısı imiş. İçinde 4000e yakın dükkan bulundurması da bunu destekler nitelikte. Günün en yoğun saatlerinde içerisinde yarım milyon insanın bulunduğu bile söyleniyor. İnanılmaz gerçekten. Turistlerin gözdesi olduğunu söylemeye gerek yok elbette. Kapalıçarşı’yı gezerken içinde kaybolmamak işten bile değil. 11 tane ana kapısı bulunuyor. Ayrıca yanlış bakmadıysam 29 tane han bulunduruyor içinde. Bu hanlardan biri var ki çok sevdiğim, Kapalıçarşı’ya yolunuz düşerse görmek için girin derim: Zincirli Han.
image
Herkes bir koşturmaca halinde, oradan oraya gidiyor. Hem tarihin tam göbeğindeler, hem de her insanın yaptığı gibi ekmeklerinin peşinde. Ne kadar nostaljik bir yerde çalıştıklarının ve şanslarının farkındalardır umarım Kapalıçarşı esnafları.  Kapalıçarşı’nın Beyazıt girişinden dümdüz yürüyerek Nuruosmaniye kapısından çıkarsanız Nuruosmaniye Cami’si hemen karşınızda olacaktır. Okuluma yakın olmasından dolayı Kapalıçarşı’nın içinden geçerek Cağaloğlu’na ara sıra giderim. Orada değişik halı dükkanları, Starbucks, Kahve Dünyası gibi ünlü kahveciler ve birçok bankanın atmsini bulmak mümkün. Cağaoğlu’nda en sevdiğim bina ise lisenin hemen orada tramvay caddesine çıkarkenki bu binadır:
image
Sanırım panjurları epey seviyorum. Oradan yürüyerek 2 3 dakika  Sultanahmet’e doğru tramvay yolunu takip ederseniz meşhuuur tatlıcı Çiğdem Pastanesi’ni görecesiniz. Giderseniz size önerim tabi ki çilekli turta olacaktır. Başka bir yerde daha güzelini yemediğim kremasını pişirmeden yapıyorlarmış.Muzlu tinton ve meyveli pastası da çok güzel fakat böğürtlenli çikolatalı pasta bana biraz ağır gelmişti. Söylemeden edemeyeceğim, çilekli turta yiyecekseniz çilek mevsimi olmasına gayret gösterin, yoksa çileklerin pek tadı olmuyor. Çiğdem Pastanesi’nden çıkınca tabi ki istikamet karşılıklı 2 heybet: Ayasofya ve Sultanahmet. Sultanahmet’i süliet olarak çektiğim bu fotoğrafı (nedense) epey severim.
image
Bilinenin aksine Sultanahmet Camii Mimar Sinan’ın eseri değildir. I. Ahmet döneminde  Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa ’ya yaptrılmıştır. Söylentilere göre ise, Ayasofya’nın heybetini kapatabilmek için onun heybeti ile yarışması amacıyla yaptırılmış Sultanahmet. Ne kadar başarılı olduğu elbette ki tartışmaya açık. Hemen karşısında o büyülü Bizans güzelliği bulunuyor.
image
Ayasofya’nın bir diğer adı ile ‘Hagia Sophia’nın anlamı ‘kutsal bilgelik’. MS 500lü yıllarda, patrik katedrali olarak inşa edilmiş, İstanbul’un fethinden sonra da Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüş. Benim en çok ilgimi çeken şey Ayasofya ve Sultahmet’ten ezanın sıra ile okuması. Böylece birbilerini tamamlıyorlar sanırım. Ayasofya ile ilgili ilginç bir bilgi de  aynı yere inşa edilen üçüncü kilise  olması. İlk iki kilise isyanlar sonucu yıkılmış, bu nedenle de üçüncü Ayasofya olarak biliniyormuş. Ayasofya ve Sultanahmet gezinizi tamamlayınca muhtemelen istikametiniz Yerebatan Sarnıcı olacak. Yerebatan hakkında pek bir bilgim yok fakar bulunduğu Yerebatan Caddesi üzerinde mükemmel yapılar var. Küçük bir fotoğraf ekleyeyim ve siz bu fotoğraftan nasıl bir caddeden bahsettiğimi anlayın.
image
Rengarenk, capcanlı bir cadde burası. Turistik bir merkez olduğu için otellerle dolu aynı zamanda.  Caddenin başında bulunan emniyet binası da üflesen yıkılacakmış gibi duran eski ve soluk sarı renkli bir bina. Eminim ilginizi çeker.
Oradan yürüyerek Sirkeci ve Eminönü’ne geçebilirsiniz. Yol üzerinde Gülhane Parkı var. Mutlaka uğrayın ve havasını bir soluyun. Özellikle de lale mevsiminde. Rengarenk laleler, her yanı öyle güzel sarıyor ki saatlerce çıkamıyorsunuz parktan.
image
Henüz detaylıca gzme fırsatım olmadı ama en kısa zamanda Arkeoloji Müğzesi ve Topkapı Sarayı ile ilgili izlenmilerimi de aktaracağım.
Eminönü’nde göreceğiniz 2 şey  var. Birisi Mısır Çarşısı, diğeri ise Yeni Cami. Zaten birbirlerine çok yakınlar. Yeni Camii de epey ihtişamlı, muazzam bir cami. Camiler mimari açıdan bana hep çok farklı gelmiştir. Duyduğuma göre inşası en zor şeylerden birisi imiş cami kubbesi. 
image
Yeni Cami’yi Mısır Çarşısı’nın çiçekçilere çıkan kapısından bu şekilde görebilirsiniz. Mısır Çarşısı için Kaplıçarşı’nın küçük versiyonu olduğunu söyleyebilirim sanırım. Lokumculardan çeşit çeşit lokum alıp tatmanızı tavsiye ederim. Lokum pek sevmem ama bunlar gerçekten sevdirebilir.
Eminönü’nde tarihi yarımada turunu bitiriyoruz. Bir gününüzü ayırarak bu güzel tarihi adım adım gezebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder