28 Mart 2017 Salı

Roma'da 3 gün


Roma'ya üç gün yetmez ancak on iki günlük İtalya seyahatimde bu güzel şehre ayırabileceğim zaman kısıtlıydı ve ben de bu üç güne olabildiğince çok şey sığdırmaya çalıştım. Gezim boyunca sürekli defterime notlar aldığım için galiba bir şeyler anlatmam kolay olacak.
Roma'ya uçak ile ulaşmak için iki tane havaalanı şansınız var. Biz bunlardan Fiumicino Havaalanını tercih ettik. Havaalanına indikten sonra shuttle ile 45 dakika gibi bir sürede şehir merkezinde oluyorsunuz. Roma'daki ilk dakikalarımızı etrafı seyredip, İtalya hakkında fikir sahibi olmaya çalışarak geçirdik, bakalım bizi neler bekliyor, beklentilerimizin kaçı abartılı kaçı gerçekçi bunları düşündük. Zaten kalacağımız yer şehir merkezine (Termini ve çevresi) çok yakındı o yüzden eşyalardan kurtulur kurtulmaz kendimizi Roma sokaklarına attık. Roma'ya öğlen ulaştığımız için hava kararmadan çok fazla şey görmek istedik ve ilk tercihimizi Fontana di Trevi'den yana kullandık. 15-20 dakikalık bir yürüyüşün ardından çeşmenin sesini duyunca anladık çok yakın olduğumuzu ve birkaç dakika sonra tam da beklediğim gibi devasa Aşıklar Çeşmesi görünüverdi. Çeşme çevresinde bir yandan rehberlerimizi okuyarak bir yandan da heykelleri, etraftaki insanları seyrederek epey vakit geçirdik.
Ayaklarımızın bizi Roma'dan dönmeden Trevi'ye yeniden çıkaracağından emin olduğumuz için oradan ayrılıp Pantheon ve Navona'ya doğru yola çıktık. Pantheon içine girene dek beni aşırı etkilememişti ancak inanılmaz bir yapı olduğunu hem birkaç gün sonra gündüz gördüğümde hem de kubbesini detaylıca inceleme şansım olduğunda fark ettim. Navona Meydanını geç saate bırakmak istemediğim için Pantheon'dan hemen ayrıldık. Navona Meydanı sanırım Roma'da vakit geçirmekten en çok keyif aldığım yerlerden birisi oldu. İlk gidişimizde hava karardığı için tadını pek alamamış olsak da o üç gün içinde defalarca gittik. İlk gün için izlenimim Roma'nın tam bir panjurlu sarı evler şehri olduğuydu. Her sokak, her köşe başı baş döndürücü bir güzelliğe sahip. Özellikle de İstanbul gibi bir kargaşanın üzerine, kendi içinde büyük olmasına rağmen dingin bir şehir olduğunu hissettim Roma'nın.

Collesium
İkinci gün için planımız erken bir saatte Collesium'un yolunu tutmaktı. Zihnen İstanbul saatinde kaldığım için mızmızlanmadan tıpış tıpış yürüdüm. Yol üzerinde Santa Maria Maggiore Kilisesi'ni gördük ve her gördüğümüz güzel yapıda olduğu gibi çevresinde uzun uzun vakit geçirdik. İnsan öylece durup etrafı seyretmek istiyor bazen ama ben böyle anlarda çantadan defteri çıkarıp yazmaya koyuluyorum. Ardından Collesium'u görmek için delice acele ettiğimden koşar adımlarla yola devam ettik (-shuttleda önünden geçerken görmüştük). Collesium devasa bir alana yayılmış ve çok görkemli. Etrafını defalarca turlayıp her açıdan fotoğrafını çektim sanırım. Etrafta güzel olan tek şey Collesium değildi, sanki her şey uyum içindeydi. Collesium'un içi de önü de çok kalabalıktı,üstelik hava yaz gibiydi. Detaylı incelememiz saatler sürünce delice acıktık ve İtalyan pizzası denemeye karar verdik. Collesium'dan ayrılmak benim için zor oldu ancak devam etmeliydik. Santa Maria Arecolli Kilisesi'ne doğru yürüyüp Navona'ya çıkmaya ve orada pizza yemeye karar verdik. Yol üzerinde Piazza Venezia'ya uğradık ve çok görmek istediğimiz Vittoriano Zafer Anıtı'nı gördük. Burası askeri bir bölge olduğundan girişteki görevli sizi saygılı olmanız konusunda uyarıyor Bu şartla ücretsiz olarak Vittoriano'yu gezebiliyorsunuz.



Piazza Venezia


Gerçekten de söylendiği gibi Piazza Venezia'nın en güzel manzarası Vittoriano'nun tepesinden görünüyormuş. Uzun süre durup seyrettik. Ardından günün geri kalanı için planladığımız gibi Navona'ya yürüdük.






Navona

İtalyan pizzaları hakkında ilk izlenimimiz (-sanırım biraz şanslıydık) çok güzel olduklarıydı.
Yediğimiz şeylerden memnun ayrılıp sıcacık ve renkli Navona Meydanı'nın tadını çıkardık. Her bir heykele sanırım "Abi nasıl ya, nasıl olur ya?" diye diye baktık.  Gündüz gözüyle bir önceki akşamdan daha canlıydı meydan. Mart ayına göre hava sıcacıktı ve inanılmaz bir kalabalık vardı. Bu şehri yazın düşünemiyorum doğrusu. Navona harika bir meydan. Çeşmeleri, heykelleri, etrafındaki renkli ve çiçekli yapıları, sokak ressamları ve restoranları ile tam bir cümbüş.

İspanyol Merdivenleri
Görüp de bayıldığım her yerde olduğu gibi Navona'dan da ayaklarımı sürükleyerek ayrıldım. Zira yine hava kararmadan İspanyol Merdivenlerini görmeliydik! Yazın çiçeklerle donatılan bu merdiven turistlerin dinlenme noktasıymış. Piazza di Spagna harika bir meydan! Pastel renkli binaların düzenine en çok burada bayıldım sanırım. İspanyol merdivenlerinde epey vakit geçirdik. İyi bir soluklanma noktası olduğunu inkar edemem lakin çok daha güzel bir şey bekliyordum. Dilek tutmayı unuttuğumuzu bahane ederek bu kez farklı bir yoldan Trevi'ye yeniden çıktık. Roma'daki ilk dondurmalarımızı da ara sokakların birinden alıp Trevi'ye karşı su sesi eşliğinde yedik. Nımnımnım ben çok sevdim bu dondurma işini, dondurmayla pek aram yok ama sanırım bu yediğim en güzel dondurmaydı (Ali Usta üzgünüm)
Yapılırsa Roma'ya yeniden geleceği rivayet edilen şeyi yaptık: Sağ elimizle sol omzumuzun üzerinden çeşmeye bozuk para attık.

Roma'daki üçüncü günümüzü Vatikan'a ayırdık lakin oradan artan zamanımızda yeniden Vittoriano'ya çıktık. Pantheon'a son kez girdik ve içinde epey vakit geçirdik. Piazza Farnesa ile Campo dei Fiori'yi görmek için yürüdük, Tiber Nehri kıyılarında dolaştık ve Trastevere bölgesini keşfettik. Trastevere, "Tiber'in Ötesi" anlamına geliyormuş. Ben bu bölgeyi çok beğendim. Nehrin diğer kıyısına göre daha dingin. Eski, dapdar sokakları ile sanki Roma'da en yaşanılası yerdi.

Vatikan yazısında görüşmek üzeree :)










10 Mart 2017 Cuma

Film Listesi





1. Pierot Le Fou:

"Sen bana sözcüklerle konuşuyorsun, bense sana duygularla bakıyorum."
Sırf bir yerde okuduğun güzel bir replik yüzünden film izlenir mi? Bal gibi izlenir. İzlenmeli mi? Nımnım, bilemiyorum.
Çılgın  Pierot, Amerikalı yazar Lionel White'ın "obsessions" kitabından uyarlama Fransa İtalya ortak yapımı eski bir film. Birbirinden farklı iki karakterin Akdeniz kıyılarına kaçış hikayesini, renkli ama bir o kadar da dramatik sahnelerle anlatmış, birçok festivalde de ödüller almış Pierot Le Fou  beni hayal kırıklığına uğratmadı desem yalan olur. Akıcıydı, renkliydi, ilginçti, şiirseldi, kitaplarla doluydu (-eeen sevdiğim!) fakat anlamsızdı. Ferdinandcığım sana puan yok.




2. Volver:

İspanyolca'da "dönüş" anlamına gelen Volver'i tek bir kelimeyle anlat deseler "kadın" derdim. Lakin bana bunu diyen yok o yüzden biraz konuşacağım. Kızı ve kocası ile birlikte yaşayan yoksul ve güçlü bir kadının ailesindeki diğer kadınlarla daha da derinleşen, acılı bir hikayesi Volver. Cannes'da en iyi senaryo ödülünü alan filmin 6 kadın oyuncusu da "en iyi kadın oyuncu" ödülünü almış.
Neden bilmiyorum ama bu filmi çok sevdim. Favori sahnem ise tabi ki Penelope Cruz'un şarkı söylediği sahneydi.
Buraya bırakıyorum.







3. Coco Avant Chanel

Biyografik filmlerin insanda bıraktığı etki her zaman daha fazla oluyor bence ve bu da öyle bir film. Başarılı, karizmatik kadın hikayelerinden birisi Gabriel Bonheur Chanel'in hikayesi.Yetimhane ile başlayan hayatını, yaşadığı dönemde kadınlara verilen toplumsal konuma, yaşam tarzına baş kaldırarak kendi yolunu çizerek tamamlamış Coco'ya Audrey Tautou'nun oyunculuğu ile 2 saat bakıp çıkıyoruz.



4. Hollywood Ending


Ne izlesem bilemediğim zamanlar açıp Woody Allen izliyorum. Bugüne dek çok az filmini bayılarak izledim ama kararsız anların kurtarıcısı oluyor. Hollywood Ending de klasik bir Woody Allen filmi. Yorucu diyaloglar, olay örgüsü, kendini çat diye filmin merkezine oturtan bir yönetmen, burjuvazi bunalımlar çeken bir ana karakter, güzel müzikler, film için seçilen tek bir şehir... Tabi Woody'nin (-evet askerlik arkadaşım) bu filmde kendini anlattığını da düşünüyorum, bu da belki filmi diğerlerinden bir tık ayırıyor olabilir. Klişe bir sona sığınması da filmin adından da anlayacağımız üzere tek tipleşmiş Amerikan sinemasına yönelmiş bir eleştiri. (-bence)





5. Clockwork Orange

Bir kitabı okuyan her insan zihninde bambaşka bir dünya resmediyor, belki de bu yüzden popüler kitaplardan uyarlanmış filmleri sevmiyoruz, çünkü biz onları yönetmenin gördüğü ve yansıttığı her biçimden daha farklı görüyoruz.Yıllar önce okuyup bayıldığım bu kitabın filmini izleme vakti gelmiş de geçiyordu bile. Kitabın ünlenmesini sağlayan Stanley Kubrick filmi tam bir şaheser. Okuyuşumun üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen birçok ufak ayrıntıyı sahneler gelmeden hatırladım, hiç de zihnimde canlandırdığım gibi değildi Kubrick'in ekrana yansıttıkları. Tam da bu noktada yukarıdaki tezimin çürüdüğünü hissettim. Bambaşka bir şekilde hayal etsem de yine aynı şeyleri hissettim izlerken. İğrendim, öfkelendim, her ne kadar Alex'e kinlensem de tedavi sürecinde ona acıdım. Antony Burgess'ın resmettiği o karanlık ütopya ancak bu denli sinemaya uyarlanabilirdi. O zamaan; "İyi bir film izlemenin dayanılmaz hafifliği."


6. Amadeus

Sanırım klasik müzik sevmeyenlerin uzak durması gereken bir film Amadeus. Zira, Mozart'ın hayatını besteleri eşliğinde aşırı teatral bir şekilde tam 3 saat boyunca anlatıyor. 1984 yapımı filmin aldığı ödüller ekranı kaydırmakla bitmiyor o yüzden 8 dalda Oscar'ı kucakladığını söylemekle yetineyim. (hmm Oscar çok da tırt, zaten siyasi bi şey abi. O zamanlar öyle değilmiş diyolar...)
Sadece Mozart için bile izlenir tabi ama, o opera sahneleri, güzel müzikler, kostümler, 1800lü yılların Viyanasının da hakkını yememek lazım.