1. Pierot Le Fou:
"Sen bana sözcüklerle konuşuyorsun, bense sana duygularla bakıyorum."Sırf bir yerde okuduğun güzel bir replik yüzünden film izlenir mi? Bal gibi izlenir. İzlenmeli mi? Nımnım, bilemiyorum.
Çılgın Pierot, Amerikalı yazar Lionel White'ın "obsessions" kitabından uyarlama Fransa İtalya ortak yapımı eski bir film. Birbirinden farklı iki karakterin Akdeniz kıyılarına kaçış hikayesini, renkli ama bir o kadar da dramatik sahnelerle anlatmış, birçok festivalde de ödüller almış Pierot Le Fou beni hayal kırıklığına uğratmadı desem yalan olur. Akıcıydı, renkliydi, ilginçti, şiirseldi, kitaplarla doluydu (-eeen sevdiğim!) fakat anlamsızdı. Ferdinandcığım sana puan yok.
2. Volver:
İspanyolca'da "dönüş" anlamına gelen Volver'i tek bir kelimeyle anlat deseler "kadın" derdim. Lakin bana bunu diyen yok o yüzden biraz konuşacağım. Kızı ve kocası ile birlikte yaşayan yoksul ve güçlü bir kadının ailesindeki diğer kadınlarla daha da derinleşen, acılı bir hikayesi Volver. Cannes'da en iyi senaryo ödülünü alan filmin 6 kadın oyuncusu da "en iyi kadın oyuncu" ödülünü almış.Neden bilmiyorum ama bu filmi çok sevdim. Favori sahnem ise tabi ki Penelope Cruz'un şarkı söylediği sahneydi.
Buraya bırakıyorum.
3. Coco Avant Chanel
Biyografik filmlerin insanda bıraktığı etki her zaman daha fazla oluyor bence ve bu da öyle bir film. Başarılı, karizmatik kadın hikayelerinden birisi Gabriel Bonheur Chanel'in hikayesi.Yetimhane ile başlayan hayatını, yaşadığı dönemde kadınlara verilen toplumsal konuma, yaşam tarzına baş kaldırarak kendi yolunu çizerek tamamlamış Coco'ya Audrey Tautou'nun oyunculuğu ile 2 saat bakıp çıkıyoruz.4. Hollywood Ending
Ne izlesem bilemediğim zamanlar açıp Woody Allen izliyorum. Bugüne dek çok az filmini bayılarak izledim ama kararsız anların kurtarıcısı oluyor. Hollywood Ending de klasik bir Woody Allen filmi. Yorucu diyaloglar, olay örgüsü, kendini çat diye filmin merkezine oturtan bir yönetmen, burjuvazi bunalımlar çeken bir ana karakter, güzel müzikler, film için seçilen tek bir şehir... Tabi Woody'nin (-evet askerlik arkadaşım) bu filmde kendini anlattığını da düşünüyorum, bu da belki filmi diğerlerinden bir tık ayırıyor olabilir. Klişe bir sona sığınması da filmin adından da anlayacağımız üzere tek tipleşmiş Amerikan sinemasına yönelmiş bir eleştiri. (-bence)
5. Clockwork Orange
Bir kitabı okuyan her insan zihninde bambaşka bir dünya resmediyor, belki de bu yüzden popüler kitaplardan uyarlanmış filmleri sevmiyoruz, çünkü biz onları yönetmenin gördüğü ve yansıttığı her biçimden daha farklı görüyoruz.Yıllar önce okuyup bayıldığım bu kitabın filmini izleme vakti gelmiş de geçiyordu bile. Kitabın ünlenmesini sağlayan Stanley Kubrick filmi tam bir şaheser. Okuyuşumun üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen birçok ufak ayrıntıyı sahneler gelmeden hatırladım, hiç de zihnimde canlandırdığım gibi değildi Kubrick'in ekrana yansıttıkları. Tam da bu noktada yukarıdaki tezimin çürüdüğünü hissettim. Bambaşka bir şekilde hayal etsem de yine aynı şeyleri hissettim izlerken. İğrendim, öfkelendim, her ne kadar Alex'e kinlensem de tedavi sürecinde ona acıdım. Antony Burgess'ın resmettiği o karanlık ütopya ancak bu denli sinemaya uyarlanabilirdi. O zamaan; "İyi bir film izlemenin dayanılmaz hafifliği."6. Amadeus
Sanırım klasik müzik sevmeyenlerin uzak durması gereken bir film Amadeus. Zira, Mozart'ın hayatını besteleri eşliğinde aşırı teatral bir şekilde tam 3 saat boyunca anlatıyor. 1984 yapımı filmin aldığı ödüller ekranı kaydırmakla bitmiyor o yüzden 8 dalda Oscar'ı kucakladığını söylemekle yetineyim. (hmm Oscar çok da tırt, zaten siyasi bi şey abi. O zamanlar öyle değilmiş diyolar...)
Sadece Mozart için bile izlenir tabi ama, o opera sahneleri, güzel müzikler, kostümler, 1800lü yılların Viyanasının da hakkını yememek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder