Okurken bana rahatsızlık veren ve bitirdikten sonra haftalarca
düşünmek zorunda kaldığım kitapları seviyorum. Uzun zamandır okumak istediğim
ama ancak bu yaşımda fırsat bulduğum Sırça Fanus’u birkaç ay evvel bir solukta
okudum. Herkesin içinden geçmeyen konuları anlattığı için herkes tarafından
sevilmeyen ama popüler kültürün esiri olmuş bir kitap. Yıllardır çok
satanlarda, kitapçıların vitrinlerinde gördük onu. Yaşamını intihar ederek sonlandırmış
yazarlara karşı ilgi duyduğumdan ve kitabın konusunu önceden bildiğimden
okumaya can atıyordum. Tezer Özlü gibi karanlık, hayatta pasif kalma olgusunun
izini sürebileceğim, yaralar ile dolu bir kitap beklerken beni gerçekten farklı
bir şeyin içine aldı Slyvia Plath. Sırça bir fanusun içinde olduğumu kitabı
okurken de kitabı bitirdikten sonraki birkaç hafta da hissetmeye devam ettim.
Üniversiteli genç bir kadının kurgusal hayatından bir kesiti
anlatıyor gibi gözükse de kitap oldukça otobiyografik. Kitabı bitirdikten sonra
Plath’in hayatı hakkında epey bilgi edindim ve benzerlik beni dehşete düşürdü.
Kitabın konusundan kısaca bahsedeceğim yalnızca. Genç bir kadın
olan Esther Greenwood’un yaşadığı dönemsel çalkantılar, depresif kaygılar,
psikolojik bunalımlar ve intihar girişimleri kendi ağzından anlatılıyor. Yaşadığı çöküş öyle kademeli gidiyor ki,
farkında bile olmadan okurken işlerin nasıl buralara geldiğine şaşırırken
buluyorsunuz kendinizi.
“Tıpkı
bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum,çevremdeki
karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.”
Kitabı
okurken çok fazla gerildim. İntihar etme fikrini aklından bile geçirebilen
insanları yaftalamayı çok seven bireyler olduğumuz için intihar fikri hep
ilgimi çekmiştir. Bir insanın kendi yaşamına kendi elleri ile son vermesi,
verebilmesi, bunu yapmayı düşünecek ve icraata geçirebilecek kadar hayattan
bağlantısını kesmek istemesi fikri hem ürpertici hem de insanın kaderinin
insanın ellerinde olduğunu destekler nitelikte. Kitaptaki bölümleri okudukça ve
Esther çevresinde olup bitenleri benim gözümle görüyormuşçasına anlattıkça çok
gerildim. Belki birçok kişi bu kitabı okuyup bir kenara attı ama ben bunu
yapamıyorum. Kitabı okurken öfkelendim.
Nasıl aklımdan geçenler bir kağıt parçasının üzerinde, süslü kapağı ile
elimde duruyor olabilir dedim.
Esther
kendi hayatından bir şeyler aktardıkça zerre kadar kendi hayatımla ilgisi
olmayan bir hayattan kendimi görüyordum. İncir ağacından bahsediyordu Esther ve
tıpkı benim gibi karar veremeden ayaklarımın dibine düşüyordu seçenekleri.
Beni ürperten hem intihar girişimlerinin apaçıklığı hem de bu denli yansıma
görmekti belki de.
Kitapta
birçok feminist çıkarma da görebiliyoruz ve bu Esther’in fikirlerini tek bir
çizgi üzerinde değil de yelpazelenmiş şekilde hayatın her alanındaki
rahatsızlıklarını gözlemleme şansını veriyor bize. “Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması
gerektiği oysa bir erkeğin biri temiz, öteki kirli iki yaşantısı olabileceği
düşüncesi beni çileden çıkarıyordu.”
"Bir erkeğin evlenmeden önce bir kadına verdiği tüm güllere, öpücüklere ve akşam
yemeklerine karşın, gizliden gizliye istediği tek şey, evlilik işlemleri biter
bitmez kadının mutfak paspası gibi ayaklarının altına serilmesiydi. ''
Sonuç
hep aynı. Kitabı okurken de okuduktan sonra da zaten hep var olan Sırça Fanus’umun
üzerime baskı yaptığını daha fazla hissettim. “Sırça Fanusun içinde ölü bir
bebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür”
Not: Kitabın Kırmızı Kedi baskısının kapağını zerre kadar beğenmedim. Sanki kitabı okumamış birisine kitabın New York'ta moda ile ilgilenen bir kız hakkında olduğunu söylemişler ve ona göre bir şey çizivermiş gibi.
Buraya da Slyvia Plath hayatı ile ilgili kısa bir bilgiye ulaşabileceğiniz link bırakıyorum: