21 Mayıs 2016 Cumartesi

BİR HAVALİMANI YAZISI

“Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?” demişti Sabahattin Ali. Bir insanı tanımak, anlamaya çalışmak, hayatına almak, hayatı hakkında bilgi edinmek, sevdiği ve nefret ettiği şeyleri öğrenmek ve değer vermek o kadar zor ki, ön yargılarımız, onlardan kurtulsak bir nebze rahatlayacağımız şeylerin önüne duvar gibi dikiliyor. İnsanları gözleyerek onlar hakkında birçok şeyi öğrenebileceğimize inanıyoruz ve bazen öyle bir şaşırıyoruz ki kurguladığımız her şey çöpe gidiyor. Adını bile bilmediğimiz yüzlerce surat görüyoruz, metroda, otobüste, okulda, işte, sokakta, ve haklarında fikir yürütüyoruz elimizde olmadan. 
Toplu ortamlar insanları gözlemek için en ideal yerler. Duygu değişimlerinin en sık ve en yoğun yaşandığı, en çok çeşit insanı görebileceğimiz noktalar çünkü. Bunlardan birisi de havalimanları. 
Havalimanları, insanların kilit ayrılma ve buluşma noktaları ve benim en uğrak alanlarım. Hayatımın hiçbir dönemini bu denli ayrılıklı, bu denli özlemli ve dolayısıyla da bu denli kavuşmalı geçirmemiştim. Hiç tanımadığım ve muhtemelen hayatım boyunca karşılaşmayacağım insanların telefon görüşmelerine kulak misafiri olmak, onların koşturmacalarına tanık olmak, hayatlarını hiç bilmediğim insanların hayatlarını merak etmek tuhaf bir duygu. Havalimanları, insanların belki de en umarsız en duygusuz olduğu yerler. Herkes bir yerlere yetişme telaşında, herkes bir kargaşadan, yoğunluktan çıkıp uçaklarının kalkmasını beklerken nefes alma şansı elde etmiş, sudan çıkmış balıklar sanki. Takım elbiseleri ile, topuklu ayakkabıları ile, laptop çantaları ile, kulaklarına yapışmış o telefonlar ile yetişmeleri gereken yerlerin telaşına öyle kapılmışlar ki, ailelerinden, sevdiklerinden ayrılan tek tük insanları görmeden ilerliyorlar. Belki durup düşünmeye de vakit bulamıyorlar ama bir kenarda kocasından yeni ayrılmış bir kadın eski hayatına dönmekte,  bir kenarda babaannesinin ölüm haberini almış bir genç adam okulunu, işini bırakmış ve bu hayatın ölümlü olduğunun farkına varmanın verdiği boşluk hissi ile beklemekte. Kimisi kaldığı dersin bütünlemesi için orada, kimisi tatil planları için, kimisi kendi hayatından 2 günlüğüne kaçmakta kimisi ise yeni bir hayat kurmaya gitmekte. Dönüp bakmıyoruz. Kimse birbirine bakmıyor havalimanlarında. Beklerken kimse kimse ile göz göze gelmiyor ve merak etmiyor. 
Birilerinin benim yaşantım hakkında çıkarımlarda bulunmaya çalıştığını, giydiğim şeyle, kolumdaki çantamla, elimdeki kitabımla beni yargıladığını düşünmek bile ürpermeme neden oluyor.
Bilemem diyorum. Kimin hangi sorunla boğuştuğunu bilemem. Sonra o söz geliyor aklıma yine. Peynirin evsafı. Peki ya insanın evsafı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder