Saatte bir kez geçen hantal otobüsüm için, telaşım fark edilmesin diye ağır ama büyük adımlarla yürüyorum. Hafif bir yağmur atıştırıyor. Aklımdan tüm günün yorgunluğunu atabilmek için bir an evvel evime ulaşmak fikri geçmesi gerekirken, iki kişi arasında kalması gerektiğine inanmama rağmen birkaç gün evvel okuduğum için suçluluk duyduğum, incecik bir el yazısı ile yazılmış mektuplar ve çevirileri geçiyor. Çevirileri geçiyor çünkü yüzyıl sonra dahi bu denli etkilenebiliyorken, o mektupların bana hitaben yazılmış oldukları fikriyle içim ısınıyor ve üşümüş ellerimle boynumu kapatsın diye yakasını tuttuğum ceketimi bırakıveriyorum. Otobüse bindiğimde sanki K.’de değil de A.'dayım ve V. bana bir şeyler anlatıyor. A'dan yakınmaması gerektiğini söylüyor.
Sahi, içimizden geçen düşünceler dışarıdan görünüyor olsaydı V., inan bana, otobüste oturan yaşlı teyze de, pencere önünde dışarıyı seyreden o genç adam da tuhaf ve yargılayıcı bakışları ile beni çoktan rahatsız etmişlerdi. Neyse ki o boş, anlamsız bakışları ve etraflarına olan fazla gereksiz ilgileri dolayısıyla bana fırsat gelmiyor. Üşüyorum, dışarıdaki insanları, çiseleyen yağmurdan kaçan kalabalığı, hızla geçen arabaları, çikolata fabrikasının eskimiş binasını, önceden her günümü geçirdiğim o caddeyi izliyorum. İnsanlara, içinde yaşadığım bu topluma ne zaman bu kadar yabancılaştım? Hiçbir şey hissetmiyorum. Bazen hissetmemek gerekiyor. Ciddi dertlere karşın neşeli kalmamız gerekirmiş, öyle mi? Sen böyle söylüyorsun çünkü. Her şeye karşı gerçekçi, enerjik, ayrıntılı bir tavır almamız gerekecekmiş; kuşkuya, düşlere ya da kararsızlığa kapılmayacakmışız. Neden peki? Ben ciddi dertlere karşın enerjik ve neşeli olamıyorum V. Üstelik kuşkulu, hayalperest ve kararsızım. Daha da kötüsü, aksini söyleyip durmana rağmen sen de benim gibilerdensin ve bizim gibilerin hiçbir işi rahat yürümez, biliyorsun.
Otobüsten inmem gerektiğini geç fark
ediyorum ve eve birkaç durak yürümem gerekiyor. Zihnim bu denli dolu olmasaydı
epey sinirlenirdim ama o an dünyanın en normal durumuymuşçasına erdemle
karşılıyorum bunu. Alıştım. Gözlerim batıyor, eve gidip kendime bir kahve
yapacağımı, ardından çiçeklerimi sulayıp bedenimi bir yığın gibi koltuğa
bırakacağımı düşünüyorum. Muhtemelen orada uyuyakalacağım ve gecenin yarısı
üşüdüğüm için uyanacağım öyle değil mi? Hayır, böyle olmuyor V. Ne kahve
hazırlıyorum ne de çiçeklerimi suluyorum. Kendimi bıraktığım yerde senin şu an
ne düşündüğünü, nerede olduğunu, ne hissettiğini, her şeye karşı gerçekçi ve
neşeli olup olmadığını düşünüyorum. Bu iki kavramın bir arada yürümesinin
mümkün olmadığını düşünüyorum ve gözlerimi kapattığım an senin yüzünü
görüyorum.