Bulantı, Fransız düşünür J.P Sartre'ın yazdığı ilk edebiyat eseri. Sartre fikirlerini hayatının son demlerine kadar varoluşçuluk akımı etrafında şekillendirmiş, Bulantı'da da bunun izlerini açıkça görüyoruz. Varoluş kavramı ve bu felsefi akımın dayadığı düşünce nedir peki? Varoluşçuluk,bireyin varoluşunun özden önce geldiğini söyler. Birey, varoluşu etrafında şekillenir. Sartre'a göre insanın kaderi önceden belirli değildir ve bireyin özü insanın kendi kararları ile şekilleneceği bir yöne götürecektir onu. Yaşamı anlamlandırma gerçeklik temelinde mümkündür. Varız, ve varlığımızın bir anlamı yok. İnsanı tanımlayansa onun verdiği karalardır. Bu akım, bireyin toplumdan kendini soyutlayarak, anlam arayışına girdiği ve bununla beraber umutsuzluğa sürüklendiği bir akım gibi gözükse de Sartre bir röportajında hayatı boyunca kendisini bir gün bile ümitsiz hissetmediğini söylemiş. Zira varoluşçuluk tanımında "İnsanın yaşamına yol veren ve her gerçeğin, her eylemin bir çevreyi, bir insancıl öznelliği kucakladığını gösteren bir öğreti" olduğunu da belirtmiş. Varoluşçuluğun bireyin maddi varlığına bir anlam katma çabası olduğunu düşünüyorum. Varoluşçuluğu anlamak için Le mur" (Duvar) isimli kitabının önerildiği bir yazı okumuştum. Ayrıca bu akımın öncüsü Sartre 'ın hayatının sonuna doğru varoluşçuluk akımını terk etmiş olduğunu biliyorum (hatalıysam düzeltin)Bulantı'nın temelinde bir çaresizlik hissi var. Ana karakter Roquentin'in dünyaya beslediği tiksinme hissi. Karakterin varoluşçu düşünceler temelinde değişimi gözlemliyoruz.
Şüphesiz okuduğum en iyi kitaplardan birisi Bulantı, o yüzden altını çizdiğim birkaç yeri eklemek istiyorum.
"Sözcüklere bağlanamadığım için düşüncelerim çoğu zaman karmakarışık.""İnsan yalnız yaşayınca, bir şey anlatmanın bile ne olduğunu unutuyor, dostlarla birlikte, inanılabilir şeyler de ortadan kayboluyor.""Yalnızken insanın içinden gülmek gelmiyor pek.""Bu sokakta katil de, öldürülecek adam da bulunmadığı için cinayet işlenmez.""Oysa ben üç yıldan beri öyle durgun bir hayat yaşıyorum ki! Bu acıklı yalnızlıklar bomboş bir katışıksızlıktan başka bir şey vermez bana."
"Anılarımı yormak istemem. Ama bu çabam boşa gidiyor, onları yeniden hatırladığımda, birçoğunun donup kalmış olduğunu görüyorum."
"Şimdinin içine fırlatılmış, orada kalmıştım. Geçmişime yeniden dönmek istiyorum ama tutsaklığımdan kurtulamıyorum."
"Yalnızım şimdi ama yapayalnız değilim, O düşünce var karşımda, bekleyip duruyor."
"Farkında olmadan kendisine her leyden çok bağlandığım bir şey vardı."
"Bir şey sona ermek için başlamıştır."
"Her ana bütün varlığımla sarılırım.Onun yerine başkasının konulamayacağını, onun başkasına benzemediğini bilirim.Ama onu yitip gitmekten alıkoymak için de bir şey de yapamam."
"Bir kadın, bir dost, bir kent bir kerede terk edilemez. Hepsi birbirine benzer zaten."
"Susmak onların doğal hali sanki. Konuşmak da ara sıra geçirdikleri bir nöbet."
"Hiçbir şey değişmedi ama yine de her şey bir başka biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi. Sonunda başımdan bir serüven geçiyor, kendimi sorguya çekince, kendimin kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başımdan geçtiğini görüyorum. Geceyi yarıp geçen benim. Bir roman kahramanı gibi mutluyum."
"Yapayalnızım ama bir kente yürüyen ordu gibiyim."
"Anny, zamanın sunabileceği her şeyi zamandan koparmasını bilirdi. O'nun Cibuti'de, benim de Aden'de kaldığım sıralarda, bir günlüğüne onu görmeye giderdim. Dönüşüme bir saat kalana kadar Anny, yirmi dört saatin yirmi üçünü boş yere harcatmak için bir yığın tatsızlık çıkarırdı. Saniyelerin tek tek geçtiğini insan işte bu son altmış dakikada anlar, duyar. Bu korkunç akşamlardan birini hatırlıyorum şu an. Geceyarısı dönmem gerekiyordu. Bir yazlık sinemaya gitmiştik, ikimiz de umutsuzduk. Ne var ki zamanı yöneten oydu. Saat on birde, asıl film başlarken, tek bir sözcük söylemeden elimi avuçlarına alıp sıktı. Buruk bir kıvançla dolduğunu duydum yüreğimin ve hiç bakmadan, saatin on bir olduğunu anladım. İşte bu andan sonra zamanın dakika dakika akıp gidişini duymaya başladık. Bu kez üç aylığına ayrılıyorduk birbirimizden. Bir ara beyaz perdede ışıklı ak bir görüntü belirdi, bu yüzden salondaki karanlık azaldı, Anny'nin ağladığını gördüm. Sonra tam geceyarısı, son bir kez iyice sıktıktan sonra bıraktı elimi, kalktım, tek bir söz etmeden ayrıldım. Güzel bir iş yapmıştı."
"Geçmişte kalan bir kimseyi düşünmek bile elden gelir mi acaba? Birbirimizi sevdiğimiz sürece en önemsiz yaşantılarımızın en hafif acılarımızın bile bizden koparak geride kalmasına göz yummamıştık. Sesleri, kokuları, gün ışığüının küçük ayrımlarını hatta birbirimize açıklayamadığımız düşüncelerimizi bile alıp götürmüştük. Bütün bunlar canlılıklarını yitirmediler. Bugün bile bize ya acı ya da sevinç veriyorlar. Bir anı değil, söndürülemez ve yakıcı bir aşk, geriye çekilmek, gölgeye ya da kuytuya sığınmak olanaksız."
"Hayatımla ilgili olarak bildiğim her şeyi kitaplardan öğrendim gibime geliyor.""Aileler anılarının ortasında, evlerinde bulunuyorlar şimdi. Biz de burada anısız, iki yıkıntıdan başka bir şey değiliz."
"Benim için hiçbir şeyin önemli olmaması çok acayip, korkuyorum bundan."“Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.”
"Günce tutmanın tehlikeli yanı budur sanırım. İnsan her şeyi büyütmeye, tetikte durmaya, doğruları durmadan zorlamaya kalkar."
https://www.youtube.com/watch?v=ijmpTlN3HRI