29 Kasım 2015. Bir Pazar günü. Camın önüne doğru uzanan yatağımın çiçekli yatak örtüsünün üzerinde bağdaş kurmuş oturuyorum. Odamda yalnızım. Ev öyle sessiz ki, bu sessizlik hiç hayra alamet değil. Yüzyıllık yalnızlığım kucağımda. Bir yandan dudaklarımı kemiriyor bir yandan okuyorum ama en çok da içimden ‘okuma!’ diyorum kendime ‘bitmesin.’ Her zaman olduğu gibi söz geçiremiyorum kendime ve bitiriyorum kitabı. Sonrası bir kalp ağrısı, sonrası bir göğüs sıkışması, sonrası bir üşüme, sonrası gözümden düşen birkaç damla yaş. Titreyen parmaklarımı dudaklarıma götürüyorum. Hemen saate bakıyorum, bu bir tarihi an çünkü. Benim tarihimin anı. Saat 22.22. Hemen yeşil bir not kağıdı alıyorum çalışma masamdan ve ellerim titreyerek yazıyorum şunları: ’29 Kasım 2015 Pazar 22.22’de bitti. Okuduğum en iyi şey.’
Peki ne bu Yüzyıllık Yalnızlık? Okuyanlar için yad etmeye, okumayanlar için de hemen okunacaklar listesine eklenmeye vesile olsun bu yazı.
Kitaplığımda bulunan ilk ve tek ciltli kitap. Özenle babama ciltlettiğim, kenarlarının kıvrılmaması için onu sürekli uyardığım kıymetlim, kitaplığımdaki en özel kitap belki de… Yalnızlığı, kalabalık bir ailenin içindeki yalnızlığı, üzerine hiçbir şey katmadan, saf haliyle anlatan, okuruna hissettiren o meşhur kitap. Bitmesin istiyordum, sayfalar aktıkça geri dönüp yeniden okuyordum, bazen kitap ayracımı kaldığım yerden geriye koyuyordum yeniden aynı sayfalarda parmaklarım gezinsin, yeniden aynı sayfaları okurken dudaklarımı ısırayım, gözlerimi fal taşı gibi açayım diye. Bitirdikten sonra ağladığım, bitirdiğim tarih ve saati bir kağıda yazıp arasına koyduğum kitap geçtiğimiz yıllarda hayatını kaybeden Nobel ödüllü Latin Amerikalı yazar Gabriel Garcia Marquez’e ait.
Altını çizdiğim ilk bölüm 24. sayfadaki şu konuşma:
“Hiçbir yere gidecek değiliz.”dedi. “Burada çocuk sahibi olduk, o yüzden burada kalacağız.”
Jose Arcadio Buendia “Ama daha hiç ölen olmadı.”diye karşılık verdi. “İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.”
Ursula incitmeyen bir kararlılıkla direndi:
“Sizlerin burada kalması için benim ölmem gerekiyorsa, ölürüm.”
Yazımın sonunda altını çizdiğim kısımları derleyeceğim, böylece kitabı okumamış arkadaşlar o kısmı atlayabilsinler, onlar için önceden verilmiş bir bilgi olmasın bunlar, okudukça kendileri çizmek gereği duyarak çizsinler ya da kıyamayanlar not alsın kenara.
Yalnızlık teması öyle derinden, öyle alttan alta verilerek işlenmiş ki, okurken kitabın adını bilmeseniz bile yalnızlığını hissettiğiniz her karaktere farkında olmadan bağlanıyorsunuz. Kitap boyu ailedeki herkesin adı birbirinin aynı ama olay örgüsüne kendinizi kaptırdığınızda karakterler su gibi akıp gidiyor, asıl önemli olanın isimler değil herkesin besleyip büyüttüğü yalnızlık olduğunu anlıyorsunuz. Marquez kitabı hakkında öyle güzel şeyler söylemiş ki, tek bir kısmı aktaracağım. “Yüzyıllık Yalnızlık’ı iki yıldan kısa bir sürede yazdım ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri bile kıpırdatmadan sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım; kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.” Bu sözler kitabı okuyunca öyle anlam kazanıyor ki. Kullanılan dilin yorumsuzluğu ancak bu kadar güzel aktarılabilirdi. Olan biten öyle sade bir dille okuyucuya veriliyor ki, olanlardan çıkaracağınız her şey tamamen size kalmış.
Yazabileceğim çok şey var bu kitaplar ilgili ama inanın hangi birinden başlarım, hissettiklerimi nasıl aktarırım bilmiyorum. Alıntılara geçmeden önce Yüzyıllık Yalnızlık hakkında bir blogda okuduğum yazıdan bir kısım paylaşmak istiyorum. (blog: hayatdegistiriciler.blogspot.com)
“Uykusuzluk salgını, yıllarca durmadan yağan yağmur, tanrının fotoğrafını çekmeye çalışan bir dede, evi yiyen karıncalar, güzel bir kızın göğe yükselmesi gibi doğaüstü olaylar kitabı çok nev-i şahsına münhasır kılmış. Anlatımı büyüleyici kılan bir çok satırla dolu.” Gerçekten de öyle.
“Ölünceye dek aşktan da güçlü bir bağla, ortak vicdan azabıyla bağlıydılar birbirlerine.” (syf. 30)
“Yüreğin o giderilemez unutkanlığıyla değil, çok daha amansız ve hiç dönüşü olmayan bir başka çeşit unutkanlıkla unutulmuş olduğunu anladı. Bu unutkanlığı iyi bilirdi, çünkü ölümün unutkanlığıydı bu.” (syf. 60)
“Kendi inatçılığının dayanılmaz ağırlığı altında ezilerek, ölene dek sürecek yalnızlığına ağlamak için odasına kapandı.” (186)
“Yüreğini kolla Aureliano, ölmeden çürüyorsun.” (188)
“Dünyanın en güzel kadınını sorduğunda da, bütün kadınlar kendi kızlarını gösterdiler.” (235)
“Onda yalnızca hüzünlü bir yalnızlık buluyordu.” (237)
“Çünkü yalnızlık anılarını ayılamış, yaşamın yüreğinde biriktirdiği özlem dolu süprüntüleri yakmış, geriye en acı anıları bırakarak onları arıtmış, büyütmüş, sonsuzlaştırmıştı.” (248)
“Kendine iyice yabancı gelen, içindeki hiçbir şeyin ve hiç kimsenin yüreğinde en ufak bir sevgi kıpırtısı uyandırmadığı bir evde yapayalnız kalmış, kaybolmuştu.” (271)
“Bu işi yalnızlığını unutmak için değil, tam tersine yalnızlığı yoğunlaştırmak için yapıyordu.” (290)
“Çünkü kötülükle geçmiş ömrün kefaretini , dünyaya sın bir iyilik yapmakla ödeyebileceğine inanıyor, yapabileceği en iyi şeyin, ölülerine haber yollamak istemeyenlerin mektuplarını götürmek olacağını düşünüyordu.” (312)
“Ve o anda bir üzüntü döneminin bittiğini, ancak boyun eğip kabullenerek dayanılabilecek yeni bir üzüntü döneminin başladığını anladılar.” (347)
“Ve ruhu gerçekleşmemiş düşlerinin özlemiyle aydınlanmıştı.” (404)
“Aynı kandan gelen bu iki insanın yakınlaşmasına arkadaşlık denilemezdi, yine de bu birliktelik, kendileirni hem yakınlaştıran hem uzaklaştıran ölçüsüz yalnızlığa katlanmalarını kolaylaştırıyordu.” (415)
“Sonra büyük tutkuların ölüme rağmen sürebildiğini öğrendiler.” (455)
“Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder