Academia Köprüsü'nden Büyük Kanal |
1. Sular altında kalmadan görmeniz gereken Venedik'e diğer şehirlerden trenle ulaşacaksanız Santa Lucia Tren İstasyonu'nda ineceksiniz.
2. Venedik'e ilk kez geliyorsanız, istasyondan çıkar çıkmaz kanal manzarası ile karşılaşıp neye uğradığınızı şaşıracaksınız.
Venedik, kanallar üzerine kurulmuş miniminnacık bir şehir. Hepimiz, filmlerden, fotoğraflardan defalarca kez gördük ama canlı canlı görmek inanılmaz.
Cumartesi ulaştığımız için olsa gerek sokaklar epey canlıydı. Venedik'te yön bulmak da kaybolmak da garip bir şekilde çok kolay. En azından yön bulmanın aşırı kolay olduğunu düşünmüştüm ilk günün ilk dakikalarında çünkü otelimi bulmak çok kolay olmuştu. Ama hiç de öyle değilmiş. Venedik tam da sonu kanal olan çıkmaz sokaklarında kaybolmalıkmış.
Venedik, kanallar üzerine kurulmuş miniminnacık bir şehir. Hepimiz, filmlerden, fotoğraflardan defalarca kez gördük ama canlı canlı görmek inanılmaz.
Cumartesi ulaştığımız için olsa gerek sokaklar epey canlıydı. Venedik'te yön bulmak da kaybolmak da garip bir şekilde çok kolay. En azından yön bulmanın aşırı kolay olduğunu düşünmüştüm ilk günün ilk dakikalarında çünkü otelimi bulmak çok kolay olmuştu. Ama hiç de öyle değilmiş. Venedik tam da sonu kanal olan çıkmaz sokaklarında kaybolmalıkmış.
Rialto Köprüsü |
Venedik'e Pisa'dan geçtiğimiz için hava kararmadan birkaç saatimiz vardı ve biz de olabildiğince çok yer görerek ertesi günkü rotamızı çizelim dedik. Deli gibi aç olduğumuzdan pizza derdine düştük. Take away pizza olayına o kadar alışmışız ki farkında olmadan İtalya'da yediğimiz en iyi pizzaları (Rizzo) almış kanal boyu yürüyerek gündüzün son saatlerinde Rialto Köprüsü'ne ulaşmıştık bile. Venedik başlangıçta kolay görünse de biraz karışık, dolayısıyla ellerinde haritalarla dolaşan kafası karışmış turistler için her yerde San Marco Meydanı ve Rialto Köprüsü için tabelalar var. Zaten kaybolsanız da bir şekilde bunlardan birine çıkıyorsunuz.
Venedik'in ekonomik yakası ile çarşı kısmını birbirine bağlayan Rialto Köprüsü'nün yerinde önceden ahşap köprüler varmış. Zamanla bu köprülerin çürümesinden dolayı Antonio da Ponte bu taş köprüyü inşa etmiş ve Academia Köprüsü yapılana dek kanalın iki yakasını birbirine bağlayan tek köprü görevi görmüş. Köprünün üzerinde kartpostallar, Murano camlarından takılar, bardaklar, deri çantalar alabileceğiniz dükkanlar var. En üst kısmından ise Büyük Kanal'ı seyredebiliyorsunuz. Yine de küçük kanalları birbirine bağlayan onlarca köprüden daha çok etkilendiğimi söylemem gerek. Bir yandan rehberimizden bunları okurken dolaşmaya devam ettik. Kısa keşif turumuzu San Marco Meydanı'nı görerek sonlandıralım dedik fakat hava kararmaya başladığından biraz zor bulduk. Venedik'te ilk kaybolmamız şehrin kolay olduğunu düşünmemden birkaç saat sonra olunca, söylenenlerin doğru olduğunu anladım. Daracık sokaklara girdik ve klasik müziğin sesine doğru yürüyüp San Marco'ya çıktık. Öyle büyüleyici bir meydan ki, San Marco Bazilikası, Çan Kulesi, Dükler Sarayı ve klasik müzikle film sahnesi gibiydi. Rehberden Bazilika ve Çan Kulesi ile ilgili bilgiler okudukça sonraki günler defalarca yaptığımız gibi gündüz gözüyle gelip, Bazilika'nın içini de ziyaret etmek istedik. Romantik filmlerde olduğu gibi meydanda müzik eşliğinde dans eden çiftlere eşlik etmesek olmazdı. Meydanın yan tarafına doğru yürüyüp Ahlar Köprüsü'nü de gördük. Ahlar Köprüsü'ne bakan otellerden birinden kalabalık ve kostümlü bir ekip çıkıp teknelerine bindiler. Yeri gelmişken ekleyeyim. Her yıl Ocak, Şubat, Mart aylarına denk gelen Venedik Karnavalı'nın ortaya çıkışına dair ilginç bir efsane bulunmakta. 1348 yılında Venedik'te ortaya çıkan veba salgınından dolayı insanlar yaralarını gizlemek için çareyi maskelerde bulmuşlar. Zamanla bu maskeler Venedik'in simgesi haline gelmiş. Bu efsaneye alternatif olarak Venedik halkı arasındaki sınıf farkını kaldırmaya yönelik bir çaba olduğu da söyleniyor.
Ahlar Köprüsü |
Ardından yeniden Rialto'ya yürüyüp, dönüş yoluna geçtik. Yaklaşık on beş dakikalık bir yürüyüşün ardından Rizzo'ya ve otelime çok yaklaşmıştık. Yol boyu birçok insanın elinde gördüğümüz al götür usulü bir patates kızartmacısı görünce hemen aldık ve yürürken yedik. Venedik'e giderseniz atıştırmak için epey mantıklı bir yer Queen's Chips. Daha sonra Verona ve Milano'da da görüp sık sık yediğimiz patatesleri çok beğendik. Venedik'e dair ilk günden son güne dek beni dehşete düşüren bir şey oldu. Ara ve dar sokakların çoğunun sonu kanala çıkıyor ve bunlardan hiçbirinde koruma, demir vs yok. Yani yanlışlıkla kanala düşmemek işten değil. Zaten dapdar sokaklar akşam vakti aşırı karanlık oluyor, dikkat etmekte fayda var.
Ertesi günün sabahın ilk ışıkları ile kendimizi yine Rialto'da ardından da San Marco Meydanı'nda bulduk. Daha önce de önünden geçtiğimiz ama bar sandığımız ufak bir mekan gündüzleri çeşit çeşit meyve suları satan bir yere dönüşüyormuş meğer! Adı Frulala ve önünden geçen herkese shot bardaklarında tadımlık meyve suyu ikram ediyorlar. Üstelik size içirdikleri rengarenk şeyler hakkında bilgi vermeyi de ihmal etmiyorlar. Akşamları ise alkollü koyteyleri var. İçtiğim en güzel şeylerden birisiydi sanırım. Venedik'teki bütün günlerimizde sürekli içtik.
Bir önceki akşam Ahlar Köprüsü ve meydanda uzun zaman geçirememiştik, şimdi tadını çıkarma zamanıydı. Barok mimarisinin örneği olan taş Ahlar Köprüsü eskiden mahkum edilen kişilerin duruşmadan sonra hapse götürüldükleri köprüymüş. Konsey karşısına çıkacak mahkumlar ile sorgudan dönen mahkumların karşılaşmaması için de iki paralel geçit şeklinde tasarlanmış.
Büyük Kanal etrafında da uzunca vakit geçirdikten sonra oybirliği ile kaybolmaya karar verdik. Kırmızı defterime, kırmızı banklarla, çiçeklerle bezeli evlerle dolu bir meydan olan Campo Bandiera e Moro o de la Bragora'dan (mimimi geç buraları geeç) yazmışım. Oradan Arsenale'ye yani Venedik Tersanesi'nin olduğu bölgeye çıktık. Burası Venedik İmparatorluğu döneminde, savaş gemilerinin toplanma yeriymiş. Kanallar sanki biraz daha genişti bu bölgede, belki de bana öyle gelmiştir.
Dönüş yolunda ellerimizde kocaman pizzalar ile yürürken gözlerim fıldır fıldır makarna yiyecek bir yer arıyordu. Ertesi gün birinde meşhur İtalyan makarnasını tatmak üzere iki mekanı (Stefano ve Dal Moro's Fresh Pasta to go) gözümüze kestirdik. Yol üzerinde 9. yy'dan kalma San Zaccaria (Zekeriya) Kilisesi'ne girdik. Kuytu köşelerde kalmış yapılara şöyle bir girip bakmaya bayılıyorum. Değişik bir kiliseydi.
Venedik çevresinde tam bir tur attığımız o gün, bir sanat okulu olarak kurulan, güzel sanat eserlerinin ve heykellerin sergilendiği Accademia'ya da gittik. Accademia'ya giriş ücretli ama bazı özel günlerde ve bazı saatlerde ücretsiz girebilirsiniz. Takip etmekte fayda var. İçeride Aziz Markos'un Kaçırılışı, Fırtına, Kutsal Bakire'nin Taç Giymesi gibi meşhur eserler var.
Artık San Marco Bazilikası'nın içine girme zamanı gelmişti. San Marco Bazilikası Venedik'in zenginlik ve gücünün bir simgesiymiş ve altın kilise olarak da biliniyormuş.Bazilikanın tepesindeki dört at heykeli ise 4. Haçlı Seferleri sırasında Konstantinopolis'ten yağmalanarak getirilmiş. Şimdi içeri girme zamanı.
Bazilikaya çanta ile girilmiyor. Çantalarınızı ya sizi yönlendirdikleri yere bırakmalı ya da yanınıza almadığınız bir an girmelisiniz. Bazilikaya girdiğimizde ben pek büyülenemedim açıkçası. Tavandaki mozaikler inanılmaz ve görülmeye değer ancak dış cephenin heybetli büyüsüne kapılıp çok beklentiye girmeyin. Çan Kulesi'ne veya Bazilika'nın tepesine çıkabilir ve Venedik'e bir de oradan bakabilirsiniz.
San Marco'yu terk edip Büyük Kanal'ın diğer yakasına geçtik ve İtalya'ya geldiğimizden beri herkesin ama herkesin içtiği o turuncu, şeker kokteylden içtik. Amacımız bu değildi lakin acayip de merak ediyorduk. Garsona tatlı bir şeyler içmek istediğimizi söyleyince bir de baktık bizim turuncu geliyor. Meğerse adı Sprtiz'miş. O kadar sevdim ki İstanbul'a döndüğümde yapacağıma söz verdim (-ki epey kolay) Spritz'i aynı zamanda marketlerde yapılmış olarak da bulabilir ve depolayabilirsiniz.
Rialto ve Kanal manzaralı birkaç saat ile günü bitirdik. Bir sonraki günün bir kısmını Burano Adası'na ayırdık. Burano beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Venedik'te göreceğim en güzel yerlerden birisi olacağını umuyordum. Belki Burano için ayrı bir yazı yazarım. Rengarenk evlerle dolu, dingin bir ada. Yazın eminim çiçeklerle bezeli ve cıvıl cıvıl oluyordur.
Makarna yiyeceğimizi söylemiştim! İki mekandan önünde sıra olan ve sokağa kadar kokusu yayılan makarnacı Del Moro'yu seçtik. Harika bir şey yiyeceğim aman allahım diye heyecanla penne ve kalamar soslu makarnalarımızda kanal kenarına oturmuştuk. Yazarken bile gözlerim yaşarıyor ama İstanbul'a döner dönmez lazanya ve domatesli peynirli makarnamdan yaptığımı söylesem durumun vehametini anlatmaya yeter galiba. Böylece İtalya'da makarna yememeye karar verdik. Siz yine de yiyin. Belki şanssız günümüzdeydik. Venedik'in son akşamını yeniden San Marco'ya çıkarak değerlendirdik. İlerleyen saatlerde yine ara sokaklarda kaybolduk ve itiraf etmem gerekirse gece bu şehir ürkütücü. İtalyanlar dükkanlarını erkenden kapatıp evlerine dağılıyor.
Venedik'e kaç gün ayırmalıyım derseniz bize 3 gün fazla bile geldi. Bizim tempomuz aşırı hızlıydı, koşar adımlarla yürüyen bir insan için 3 gün sürekli aynı yerlere çıkmak ve bir yerden sonra kaybolamama sorunsalı yaşamak için normal. Ama yavaş tempoda, her yere vakit ayırarak dolaşmak isterseniz daha fazla kalabilirsiniz.
Venedik'ten ayrılır ayrılmaz ilginç bir özlem hissine kapılmak için hazırlıklı olun.
Ertesi günün sabahın ilk ışıkları ile kendimizi yine Rialto'da ardından da San Marco Meydanı'nda bulduk. Daha önce de önünden geçtiğimiz ama bar sandığımız ufak bir mekan gündüzleri çeşit çeşit meyve suları satan bir yere dönüşüyormuş meğer! Adı Frulala ve önünden geçen herkese shot bardaklarında tadımlık meyve suyu ikram ediyorlar. Üstelik size içirdikleri rengarenk şeyler hakkında bilgi vermeyi de ihmal etmiyorlar. Akşamları ise alkollü koyteyleri var. İçtiğim en güzel şeylerden birisiydi sanırım. Venedik'teki bütün günlerimizde sürekli içtik.
Bir önceki akşam Ahlar Köprüsü ve meydanda uzun zaman geçirememiştik, şimdi tadını çıkarma zamanıydı. Barok mimarisinin örneği olan taş Ahlar Köprüsü eskiden mahkum edilen kişilerin duruşmadan sonra hapse götürüldükleri köprüymüş. Konsey karşısına çıkacak mahkumlar ile sorgudan dönen mahkumların karşılaşmaması için de iki paralel geçit şeklinde tasarlanmış.
Büyük Kanal |
Dönüş yolunda ellerimizde kocaman pizzalar ile yürürken gözlerim fıldır fıldır makarna yiyecek bir yer arıyordu. Ertesi gün birinde meşhur İtalyan makarnasını tatmak üzere iki mekanı (Stefano ve Dal Moro's Fresh Pasta to go) gözümüze kestirdik. Yol üzerinde 9. yy'dan kalma San Zaccaria (Zekeriya) Kilisesi'ne girdik. Kuytu köşelerde kalmış yapılara şöyle bir girip bakmaya bayılıyorum. Değişik bir kiliseydi.
Venedik çevresinde tam bir tur attığımız o gün, bir sanat okulu olarak kurulan, güzel sanat eserlerinin ve heykellerin sergilendiği Accademia'ya da gittik. Accademia'ya giriş ücretli ama bazı özel günlerde ve bazı saatlerde ücretsiz girebilirsiniz. Takip etmekte fayda var. İçeride Aziz Markos'un Kaçırılışı, Fırtına, Kutsal Bakire'nin Taç Giymesi gibi meşhur eserler var.
Artık San Marco Bazilikası'nın içine girme zamanı gelmişti. San Marco Bazilikası Venedik'in zenginlik ve gücünün bir simgesiymiş ve altın kilise olarak da biliniyormuş.Bazilikanın tepesindeki dört at heykeli ise 4. Haçlı Seferleri sırasında Konstantinopolis'ten yağmalanarak getirilmiş. Şimdi içeri girme zamanı.
Bazilikaya çanta ile girilmiyor. Çantalarınızı ya sizi yönlendirdikleri yere bırakmalı ya da yanınıza almadığınız bir an girmelisiniz. Bazilikaya girdiğimizde ben pek büyülenemedim açıkçası. Tavandaki mozaikler inanılmaz ve görülmeye değer ancak dış cephenin heybetli büyüsüne kapılıp çok beklentiye girmeyin. Çan Kulesi'ne veya Bazilika'nın tepesine çıkabilir ve Venedik'e bir de oradan bakabilirsiniz.
San Marco'yu terk edip Büyük Kanal'ın diğer yakasına geçtik ve İtalya'ya geldiğimizden beri herkesin ama herkesin içtiği o turuncu, şeker kokteylden içtik. Amacımız bu değildi lakin acayip de merak ediyorduk. Garsona tatlı bir şeyler içmek istediğimizi söyleyince bir de baktık bizim turuncu geliyor. Meğerse adı Sprtiz'miş. O kadar sevdim ki İstanbul'a döndüğümde yapacağıma söz verdim (-ki epey kolay) Spritz'i aynı zamanda marketlerde yapılmış olarak da bulabilir ve depolayabilirsiniz.
Spritz |
Gondollar |
Rialto ve Kanal manzaralı birkaç saat ile günü bitirdik. Bir sonraki günün bir kısmını Burano Adası'na ayırdık. Burano beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Venedik'te göreceğim en güzel yerlerden birisi olacağını umuyordum. Belki Burano için ayrı bir yazı yazarım. Rengarenk evlerle dolu, dingin bir ada. Yazın eminim çiçeklerle bezeli ve cıvıl cıvıl oluyordur.
Makarna yiyeceğimizi söylemiştim! İki mekandan önünde sıra olan ve sokağa kadar kokusu yayılan makarnacı Del Moro'yu seçtik. Harika bir şey yiyeceğim aman allahım diye heyecanla penne ve kalamar soslu makarnalarımızda kanal kenarına oturmuştuk. Yazarken bile gözlerim yaşarıyor ama İstanbul'a döner dönmez lazanya ve domatesli peynirli makarnamdan yaptığımı söylesem durumun vehametini anlatmaya yeter galiba. Böylece İtalya'da makarna yememeye karar verdik. Siz yine de yiyin. Belki şanssız günümüzdeydik. Venedik'in son akşamını yeniden San Marco'ya çıkarak değerlendirdik. İlerleyen saatlerde yine ara sokaklarda kaybolduk ve itiraf etmem gerekirse gece bu şehir ürkütücü. İtalyanlar dükkanlarını erkenden kapatıp evlerine dağılıyor.
Venedik'e kaç gün ayırmalıyım derseniz bize 3 gün fazla bile geldi. Bizim tempomuz aşırı hızlıydı, koşar adımlarla yürüyen bir insan için 3 gün sürekli aynı yerlere çıkmak ve bir yerden sonra kaybolamama sorunsalı yaşamak için normal. Ama yavaş tempoda, her yere vakit ayırarak dolaşmak isterseniz daha fazla kalabilirsiniz.
Venedik'ten ayrılır ayrılmaz ilginç bir özlem hissine kapılmak için hazırlıklı olun.